30 Mart 2016 Çarşamba

Happy Birthday to ME :)

zaman: Mart 30, 2016 0 yorum


Bugün benim doğum günüm :).
Artık birkaç dakika içinde o kadar tebrik aldım ki .. Bazıları çok samimi, bazıları çok duygulu, çoğu eğlenceli, bazıları güzel dileklerle süslenmiş .. Daha da yarım saat boyunca adeta tüm dostlarımı hayal gücü aracılığıyla bana getirmek gücümün olmasıydı!)  hepsi birkaç dakikalık bile olsa, aynı konuda düşünüyordu, yarım saat boyunca büyük kısmı "tebrik" sözünü kullandı) birbirini hiç tanımayan, alakası olmayan o kadar insanın birkaç dakika içinde aynı sözü kullanarak ortak noktası oluşturdu)

Evet, benim dostlarım doğa düşmanlarıdır! :) Tebrikleri, özellikle samimi olduğundan emin olduklarımı okurken döktüğüm gözyaşları, gözyaşlarını silmek için "kağıt mendil", onların hazırlanması için kırılan ağaçlar ...
Her biri benim için değerli.

Herkese böyle ve bundan da güzel anlar yaşamak arzusu ile ...:)

28 Mart 2016 Pazartesi

Bahadır ve Sona (roman) - 7 (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 28, 2016 0 yorum
Petersburg'da Bahadır'ın odası: yazı masası, kanepe, koltuklar .... Masa üstünde kitaplar. Bahadır oturup yazıyor ve arabir dusunuyor.


S u l t a n (kapı dövülür). Gele bilirmiyim?
B a h a d ı r (kalkarak kapıya taraf). Buyurunuz. (Sultanı görür gülümsünür.) Ah, Sultan, senmisin?
S u l t a n. Ben engel olmuyurum dimi?
B a h a d ı r. Yok! Yok!
S u l t a n (masanın üstünde yazılı kağıdı görür). Ne yazıyorsun?
B a h a d ı r. Tiflisde bana söyledigin hikayelere dair birkaç makale yazıyorum. İkisini yazdım, bu da üçüncüsüdür, bitiriyorum.
S u l t a n. Bunu okuya bilirmiyim?
B a h a dır. Olur tabiki!
S u l t a n (alıp okuyor), güzel makale! Ben de bir mekale ile başlamışdım.
B a h a d ı r. Ne konusunda?
S u l t a n. "Müslüman kadınlarına yol veriniz!" baslikli bir mekale ile.
B a h a d ı r.  açık gezmelerine dair? dimi ?
S u l t a n. Elbette! Bence, simdiden  bu meselenin üzerine düşmek gerek.
B a h a d ı r. Doğru, Müslüman aleminde kadinların şimdiki halleri tüm milletin nadan ve terbiyesiz kalmasına sebeb olur.
S u l t a n. Bence, kadınlar halihazırdaki zincirlerden, yani çarşafdan kurtulmasalar, millet ciddi suretde terakki yoluna yürüyüş ede bilmeyecekdir.
B a h a d ı r. Doğru diyorsun, fakat ne yolla çarşafı birden-bire atmak?
S u l t a n. Elbette, avam için  bir  yol bulmak gerek.
B a h a d ı r. Bence, sivil bir şekilde hareket etmek gerekir.  Ben bir kaç gün bundan once bir meclisde idim. Bu mesele bu meclisde etraflıca müzakireye konuldu. Bahs edenler Mısır'da ilimlerini tamamlamiş iki bilim adamı idi. Bunlardan biri diyordu: şeriatl kadinların yüzleri açık ola bilir. Öteki ise: kadinların yüzleri mutlaka kapali olsun gerek - diyordu.Enteresan olan budur ki, ikisi de sözlerini ispat etmek için ayetler ve hadisler okuyorlardı .... Benim fikrimce, şer'îat dairesinde bu söhbetler yüzyıl de çıkarsa, bu yolda milyonlarca kalemler kirilsa da, iki bir-birine farkli fikir kendi kuvesinde kalacaktır. Kanımıza, beynimize, kemiklerimize işlemiş birkaç kanunlar gibi bu meseleye dair yasaları da şeriatdan kenara müzakireye koymak gerekir. Ya`ni, demek isteyorum ki bu meseleye bilimsel nazarle gerek ki bakılsın. Böyle olursa, doğal yolla hareket edilir, doğal yolla hareket edilirse, işin akibeti de korkunc görünmez.
S u l t a n. Doğru diyorsun, fakat günümüzde milletin ilim yolunda ilerlemesine, ruhunun terbiyesine engelleyen kadinlarimızın şimdiki halleridir, zann ediyorum. Sen dediğin yolla giderlerse, çok zaman gerek.
B a h a d ı r. Şubhesiz, bu meseleye dair ayetler, hadisler, bir mana  ile düşünülseydi, ser yolla sık maksada ulaşmak olurdu. Ama  ne fayda .... (Ayağa kalkar.) Biliyormusun, Sultan! Bir ince konuyu düşünmek gerek. Kadinlarımızın zincirden kurtulmalari kendilerine bağlıdır. Kadinlar erkeklere umut bağlamıslarsa, işleri fenadır, zincirden kurtulamayacaklar .... O zaman ki, kadınlar haklarını düşündüler hiçbir şer'îat, hiçbir küvvet onların özgür olmalarına engel olamaz. Tabikide canlı şeyleri maddi ve manevi derecede bir-birine tabii eden zor ve ihtiyaç olmuştur. Bu iki sebeb ortadan kalkarsa, kadınlar maksadlarina nail olurlar ....
S u l t a n. Her halde, makalemi gerek ki bir yerde okuyalım ....
B a h a d ı r. Çok güzel!





Z i n o l i n. size mektup var.
B a h a d ı r (hızlı giderek mektubu alır.) Buraya ver bakalım. (Açıp okumak ister.)
S u l t a n. Sen mektubu
oku, ben de gidiyorum.
B a h a d ı r. Ne için, otur. Sonra gidersin.
S u l t a n. Çok işim var. Akşam belki görüştük. Esen kal!
(devami var.....)

Önceki-Bahadır ve Sona (roman) - 6

27 Mart 2016 Pazar

Minnet Eylemem - NESİMİ ( düz yazısıyla)

zaman: Mart 27, 2016 0 yorum


Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem 
(Dikenlerle (Balçıkta) biten gocaya karşı eziklik duygusu taşımam.)
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
(Arapçayı ve Farsçayı bilmem ve dile karşı da bir eziklik duygusu taşımam. )
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi 
En doğru yol (Hak yolu) olarak esirgeyenin yolunu gözetirim, )
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem
(şeytanın gezdiği (idman yaptığı)yere de ihtiyacım yok.)

Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına 
(Herkes kazancının peşine giderken ben bir acayip derde düştüm)
Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına 
(bugün bulduğumu bugün yerim, yarın yiyeceğimi Tanrı bağışlar.)
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
(Bu dünyanın malına zerre kadar değer vermem)
Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem.
(çünkü maddi manevi ihtiyacımı veren Tanrı’dır,
bu nedenle O’nun kuluna karşı bir eziklik duygusu taşımam.)

Oy nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken
(Oy Nesimi, dost Nesimi ki (şu dünyada) elindekinden fazlasını istemeyen bir misafirim; )
Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
(ahirette affolmam için yolum Hz. Muhammed iken ve tüm kulların maddi -manevi ihtiyacını veren,)
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem
(günahların üstünü örten Tanrı iken bu dünyanın hünkârına karşı da bir eziklik duygusu taşımam.)

24 Mart 2016 Perşembe

Bahadır ve Sona (roman) - 6 (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 24, 2016 0 yorum
M a ş o.
Kızım, mektub kimden? Yoksa Bahadırdanmi?
S o n a (ayağa kalkar gözleri mektupda). Bir dakka, anneciğim. (Mektubu okumayi bitirerek ) Evet, anneciğim, Bahadır'dan gelmis .... Şimdi biraz rahatladm, anneciğim. Sen de, babam da bu mektubu okuyun .... Beni bu zamana kadar rahatsız eden sorulari ben bu mektubda cevap buldum .... Belki siz de bulursunuz .... Ben sizden hiçbir şey gizlemek istemiyorum. Çünkü sizi çok seviyorum. Sizin ruhunuza eziyet etmek istemiyorum, fakat ne yapiyim? Seviyorum .... Ben Bahadırı seviyorum .... Bu mektub benim tamamen şübhelerimi dağıttı. Gizli noktalari tespit etti. Açılmayan dügümleri açtı .... Bundan once ikimizin arasında görüken uçurum dereler şimdi benim için görünmuyor. Ben insan, o insan, bizi olumden başka bir kuvvet ayıra bilirmi? ....
M a ş o. Kızım! Ne söyluyorsun? Düşünemiyorum.
S o n a. Ah, anneciğim! Okuyun, nasihat edin. Ben sizin rızanizla almak isterim. Ben sizi çok seviyorum, siz de beni .... Ancak  siz  aklınıza tabiisiniz, bense kalbime. Aklım kalbimle birçok zaman savasda  olurken kalbim  aklımi yendi. Hazır bu işte aklım calişmiyor .... (dusunerek) Şimdi sen otur mektubu  dikkatle oku, ben bir az çıkıp bahçede dolanıyim .... (Çıkıyor.)
M a ş o (kağıdı dikkatle okur). Ah, bineva gençler! İkisi de ask ateşinde yaniyorlar. (Ağlıyor.)


Y u s u f (şaşişarak Maşoya bakıyor). Maşo, niye ağlıyorsun?
M a ş o (gözlerinin yasini silerek). Daha uyumak zamanı değil ....  bir sey yapmak lazim, yoksa kız kendini hayatını mahv eder. (Mektubu Yusufa verir).
Y u s i f (mektubu dikkatle okur. Sonra dusunur). Ben her turlu dusunuyorum, bir care bulamiyorum. Sen bana madalyon mevzusunu söyledikde, ben oyle bir mana vermedim. Fakat görünüyor iş-isden geçmiştir. Ne yapiyim. Elbette, kızın kendisi ile  sohbet etmek gerek. (Biraz fikirden sonra.) Bir şey de aklima geliyor: biz kendimiz Bahadırı çok seviyoruz .... Ne sakıncası var .... Bahadır akıllı   bir çocuk. Onun için herhangi bir mezhebde olmanın tefavütü gerek olmaz. Onun böyle bir akidede olması kendi mektubundan malum oluyor. Bu yüzden Hıristiyanlığı kabul etmesi halinde, biz onu buyuk  memnuniyyetle  kabul ederiz .... (Maso.) Sen Sonanı çağır buraya.
M a ş o (çıkıyor).Peki.
Y u s u f. Gerçekten büyük bir belaya düçar olduk .... dusunuyorum, bir yol bulmak istiyorum. Ne yapmali?
S o n a (başini egerek ). Babacığım, beni cagirmişsiniz?
Y u s i f. Evet, kızım! Otur. Hikayeden haberdarim .... Kızım,  bos yere kendini harab etme, bu kolay bir iştir. Benim dusuncem odur ki, Bahadır Hıristiyanlığı kabul eder, o zaman her sey işlerimiz de yoluna girer, değil mi, kızım?
S o n a. Ah, sevgili babacığım! Ben rica ediyorum böyle meseleni hiç bir zaman soylemeyelim. Ben asla  bu tür sözleri demem ve istemem  Bahadır'a denilsin. Ne için Bahadır Hıristiyan olsun? Yaniki ne için ben Müslüman olayım? Bizi Hıristiyanlık ve Müslumanlikmi bir-birimize yakın etti, acaba  baska  bir şey?
Y u s u f. Yok, kızım, öyle değil! Her durumda biz bir milletin parcasi olarak kabul ediliriz. Bu millete dair baska bir yol,  ve ya bir adet var. Biz bu adetle farkli bir sey yapsak, bize ayrı bir nazar ile bakarlar .... Bizi milletimizin kendisinden saymazlar .... Sen milletini seviyorsun, onun uğrunda canini vermeye hazırsin, razı olur musun bu millet seni kendinden kenara itsin?
S o n a. Acaba, Bahadır'ın milletinden kenara olmasına nasıl izin vermeliyiz?
Y u s i f. Kızım! Seni canım gibi seviyorum. Yani bil ki, ben sizin askiniza engel değilim .Fakat bir şeyi demek istiyorum. Kızım! Bahadır'ın ve senin felsefenizden halkın, milletin haberi yok. Yalnizken felsefeniz güzel olmuş olsa, millet felsefenize nifretle bakar .... Milletin felsefesi bazi kanunlar ve atalarımızın adetleridir, kızım!
S o n a. Babacığım! Sözleriniz gerçektir. Millet  bizim felsefeye nefretle bakar .... Bunu iyi biliyorum. Peki ne yapmali? Ben şaşırıyorum .... Milletimden uzak düşmek istemiyorum. Ben ömrümü milletim yolunda feda etmeye hazırım. Onu seviyorum .... (Dusunerek.) Bahadırı da seviryorum .... Bahadır burada iken böyle şeyler dusunmuyordum, .... Belki bu ayrılıkdandir. Belki bir yerde olursak, her  halde birlikte konuşsak dogru bir noktaya gelmeli oluruz .... Bilmiyorum .... Kafam calismiyor Aklim dağınık .... ahvalım perişandır ....  Bahadır'ın sözleri ve akidesi gerçektir .... millete dair söylediyiniz sözleri de dikkatden kenara itmek olmaz .... Baska bir yol, başka bir çaresin yok mu, sevgili babacığım?
Y u s u f (biraz dusundukden sonra). Kızım! Benim aklıma bir şey geldi .... seninle beraber Petersburg'a gidelim, Bahadırla bir yerde sohbet edelim. Belki birlikte bir çaresinide bulduk!
S o n a (birden ayağa kalkar babasını sarıliyor). Ah, sevgili babacığım! Ne  de güzel dusundun! Ben sana katılıyorum! (Sonra annesinin sarilarak.) Sen de anacığım, babam gibi dusunuyorsun, değil mi?
M a ş o.Evet kızım, kabul ediyorum! Bu duşunce benim kafamda  da vardı. Men Bahadır'ın nacibliyine, kemâline umut bağlayıp  umut ediyorum, birlikte çareside bulunur.
Y u s u f (kalkar). İyi, hazırlanalim! İki günden sonra gidiyoruz.
S o n a (kah babasını, kah annesini öper). Petersburg'a! Petersburg'a!
(devami var.....)
Onceki- Bahadır ve Sona (roman) - 5 (Türkçe çeviri)


16 Mart 2016 Çarşamba

Bahadır ve Sona (roman) - 5 (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 16, 2016 0 yorum
Sonanın yatak odası. Yatak, küçük  sandalyeler.

S o n a (pencerenin önünde oturup kitap okuyor, arasira gözlerini kitaptan alıp dusunuyor). Bu kitapta yazıyor: kadinlarrın özgür oluşları kendilerine bağlıdır. Erkeklere umut bağlıyorlarsa kendi maksadlarina  varmazlar. Ben de bu dusuncedeyim. Acaba Bahadır'ın bu meselede dusuncesi nedir? Burada olsaydı, sorardım. Bu konuda bir saat konusmamiz olurdu .... Ben çoğu zaman kalbimde onun sözlerini kabul ediyordum. Fakat konusmamiz uzansın diye kasten dediğini kabul etmezdim .... Mesela, Bahadır burada olsaydı, ben derdim: hayır, erkekler kadinlari insan biliyorlarsa kendileri gerek  ki onlara özgürlük versinler. (Gülerek.) Benim sözlerimi kabul etmiyerek, hem de tarih kitaplarını, felsefe kitaplarini cokdan getirmişti, bana delil getirmişdi: "Hayır, hanım efendi! Kadinlar kendileri hürriyyet kazanmasalar, kimse onlara hürriyyet vermez. Tabii, hürriyyet asla verilmemisdir, alınmısdır" diyordu. (Dusunerek). Ah, ne güzel günler! Ne güzel saatler! İnsanın aklı tartışma meydanında, acaba, ne gözel calişiyor! Şimdi tek, günlerim bu kitaplar arasında gidiyor.



Maso ve Sona.

M a ş o. Kızım! Dur hazırlan, Lizalara gidelim. Akşam babanda da oraya gelecekdir.
S o n a (kalkar annesini öper). Yok, anneceğim, siz babamla gidiniz, benim biraz keyfim yok, evde oturmak istiyorum.
M a ş o. Kızım, ne için sen son zamanlarda hiç bir yere gitmek istemiyorsun? Diyelim misafir gitmiyorsun, en azından çık biraz temiz havada gezin. (Sonanı öpüyor.) Yok, kızım, yaramıyor, evde çok oturmaktan baş ağrısı bulursun.
S o n a. İyi, anneciğim, gezerim, fakat bugün evde oturmak istiyorum.
M a ş o. İyi, kızım! Kaliyorsan kal evde, ben gidiyorum. Ancak uyumak istesen kapıları bağlatmayi unutma.
S o n a. Emin ol, anneciğim, bağlatirim. (Annesinin yanına gidip öpüyor. Maso çıkıyor.)
S o n a (yalniz). Doğrusu, Bahadır gitdikden sonra hiç kimseyle görüsmek konusmak bile istemiyorum. Liza benim eski arkadaşım. Onu seviyordum, onunla herzaman konuşurdum .... Şimdi onunla da görüşmek istemiyorum. (dusunerek.) Ne için? Ne için ben Bahadır'dan sonra büsbütün deyisdim.  Ben hiss, ediyorum .... Ben aziz bir vücudun, ruhumu temizleyen, aklımı küvvetlendiren bir insanın ayrılığını, yokluğunu fark ediyorum .... Ne için biz ayrıldık? Ne için biz görüştük, bir-birimize baglandik ve ne için ayrıldık? Bulunduğumuz seadetde hep yaşamak için ne lazımdı. (Dusunerek.) Yok, oyle fikirler kafamda gerek olmasın .... İnsan insanı ruhani askla seve bilmezmi? (dusunerek.) Yok, yok! Bana hiçbir şey gerekmez .... Bana fakat Bahadır'ın aklı, ruhsal sevgisi gerek .... Böyle ise o Petersburg'da, ben burada olmamız da  yarar ....  Aklını, ruhunu, askini kağıt vasitasiyla da fark ede bilirim ....  Fakat bunu düşünmüyorum: ne için onun burada olmaması beni büsbütün degişdirdi .... burada bir sır var, ben düşünmuyorum .... benim elimi tutudugunda onun elinden bir elektrik onun bedeninden benim bedenime gectigini  hissediyordum. (Dusunerek.) Fakat .... (Kitaba bakıyor, sonra saate bakıp duruyor. Kapı tarafa gidiyor, garsonlara.) Daniel! Daniel!
D a n i e l (kapı arkasindan). Efendim.
S o n a. Kapıları kapat, ben yaticam.
D a n i e l. Başim üste!
S o n a (kitabını alıp yerinde uzanır). Bunu da okuyayım, bitireyim, sonra  (Okur). Acaba! Bu doğru mudur? Burada yazar, bir çok kız var ki, evlenerek kendilerini paraya satıyorlar .... (Gülümseyerek.) Doğrusu, bu kitapta kadinlara çok sataşıyorlar .... Bir gün ben Bahadır'a sordum: ne için kadınlar hususunda bu kadar iftira yazıyorlar ve ne için bunlara ilişkin yasalar çok gizlide saklanıyor? Buna karşılık verdi: "Cunki ki, kalem düşman elinde olmuştur.  (Madalyonu açıp bakar.) Ah, Bahadır Burada olsaydın, daha bir soruma cevap verirdin.  Ah, Rabbim!! Ah, benim muhabbetim! (Kitabı elinden bırakıp madalyona bir de bakıp öpüyor ve uyur ....)


İKİNCİ GELİŞ

Maso ve Sona.

M a ş o (yavaş yavaş gelerek ve söylenir). (Sonaya taraf.) Bu da elbiseli yatımisdır, ne için de tatlı uykudan uyandiriyim, şimdi sabah açılıyor, kendisi kalkar. (Yakınina gelip Sonanı öpüyor, madalyonu açık görüp mum yakıyor, madalyon kolyeye dikkatle bakıyor, sonra iki elleri ile başını tutup odadan çıkar.)
S o n a (sabah açılıyor, yavaş yavaş uyanıyor). Ben tüm geceyi elbiseli uyumuşum. (Madalyonu acik görüp.) Ah, bu iyi olmadı. Anam her halde, adeti üzre odama gelmis. Madalyonu, elbette, açmiştır. (Biraz dusundukden sonra.) Ben, elbette, istemezdim annem madalyondakı resmi görsün. Şimdi hergah gördüyse, daha iyi! Söz açılır, derdimi açıktan söylerim .... (giyiniyor.)

Maso, Sona ve Daniel.

M a ş o (yere bakıyor). Kızım, kalkdinmi? (Gider Sonanı  öper.)
S o n a (sasirarak annesine bakıp). Evet, anneciğim, kalkdim! (Dikkatle bakıp.) Ne için yere bakıyorsun? Anneciğim, senin yürryinde bir söz oldugunu düşünüyorum, ne istersen sor, soylerim.
M a ş o (Sonanın boynuna sarilarak). Sevgili kızım! Sen biliiyorsun ki, ben ve baban seni Nihayet derecede seviyoruz. Sen ali okumuş bir kız, çok şeyleri belki de bizden iyi biliyorsun .... Biz senin uğruna can vermeye hazır olduğumuz halde, senin kalbindeki derdi, kafandaki fikirleri bilmek istiyoruz. Hakkin var, soyleye de bilirsin , soylemeye de.
S o n a  Anneciğim! Açık söyle, ben herkesin sorularına cevap veririm. (Biraz dusundukden sonra.) Yoksa, gece madalyonun içindeki resmi gördünmu?
M a ş o. Doğru, kızım! Gördüm. (Yera bakarkak.) Bu ahvalat beni biraz korkutdu ....
S o n a (sesle ağlayıp masonun boynuna sarıliyor). Ne yapayım, seviyorum .... Ben Bahadırı seviyorum .... Anneciğim, bu yolda benim bilgim,  yardımcı olmuyor, askimin mükabilinde aklım şaşırıyor .... Ah, sevgili anneciğim! Bir yol göster ....
Ben bu zamanedek askimi gizlide saklıyordum, fakat şimdi söz açıldı .... Ben mutluyum! ....Kalbimdeki  sözleri demeye yol açıldı .... Bahadır ise bu zamanadek sevgimin ne derecede olmasını bilmiyor. Burada iken duygularimi ondan gizliyordum .... Şimdi bu ayrılık sevgimi bire on Artırdi .... Ah, sevgili anneciğim, affet beni! Ne yapayım? (Bu sözle ağlayıp masonun kucağına yığılır.) Ah! .... Ah! ....
M a ş o. Sevgili kızım, ağlama! Ben seni düşünüyorum .... Ben kendim de askin atesine yanmıştim .... Fakat benim babana olan askimin çaresi bulundu ....Ben babana gittim .... Sizin askinizin çaresini görmüyorum, kızım .... Sen akıllı, milletini, dinini seven bir kız .... Bahadır ise milletini Nihayet derecede seven bir oğlan .... Ne  etmeli? Ben kendim de şaşıyorum.
S o n a (gözlerini silerek). Peki nasıl olsun? Ah, sevgili anneciğim. Bu meselede anneliği unutup da benimle arkadaş ol, bana yol göster, beni kafamdaki siyah dusuncelerden kurtar ....
M a ş o (pencereye bakıp).Iste, baban da gelir! .... (Gider.)
S o n a. Ah, Rabbim!! (Elleri ile yüzünü tutup yastık üzerine uzanır.)
D a n i e l (Dışarıda). Hanım, size mektub var.
S o n a (cabucak kalkarak, kapıya taraf gidiyor, kağıdı alır). Ah, mektub! (Dikkatle bakıp gülüyor.) Bahadırdandır! (Okur ve ara bir  dalar, sonra okur, gezinir ve yine de dikkatle okur.)
(devami var.....)
Onceki-BAHADIR VE SONA-4 roman (Neriman Nerimanov)

15 Mart 2016 Salı

Ek villain-Kötü adam

zaman: Mart 15, 2016 0 yorum

Her hikayede bir esas oğlan, bir esas kız ve bir kötü adam olur. Ama bu aslinda  kötü adamın hikayesidir. Belki de çogunuza bu cümleler tanıdık geldi. Bugün   daha yeni izledigim filmden bahs etmek istiyorum- Ek villain (Kötü adam) '. Aslinda Hind filmleri pek izlemem ama Bana göre 2014 yılının en başarılı filmlerinden biri mohit Surinin bu filmidir. Sinema elestirmenlerine göre Şraddha Kapur (Aişa) işte bu filmle kendi oyunculugunu  ortaya koymayi başardı. Filmde Şraddhadan başka başrollerde Sidhart Malhotra (Kuru), Rites Dekmuş (Rakes) da çekilmiş.  Filmin tüm rolleri beyninizde ilginç sorular yaratacaktır.

     Rakeşle bitmiyor. Bu filmde iki "kötü adam" var. Onların ikisinin de hayatını sevdikleri kadın değişir. Kuru bir kadını sevene kadar "kötü adam"di, Rakes ise bir kadını sevdikden sonra kötü adama dönüşür." Onlar aslında doğarken birbirinden ayrılmış iki ikiz gibidirler ".

 
   Ve aşk ... "kendi cenazesine kendisi gelen, nefreti silah olan, anlayışıın ne demek olduğunu bile bilmeyen bir şeytan"ı bile değiştirebilir. Ve o kötü adamin hayatındaki temel amacı bir kızın defterinde yazılan arzuları gerçekleştirmeye dönüştürebilir. Avuçlarından her an yok olabilecek yaşama nedeninin en önemli arzusu ise bir hayat kurtarmak ...

     Bu film her biri kendi kadınını delicesine seven iki kötü adamın hikayesidir. Üzüntü, gözyaşı, umut, çaresizlik ve aşk... Sonunda onları birbirine sadece bir şey bağlayacak- revanş ... Ya da, yine de sadece  kadın ...

     Emin olun ki, eğer bu film bir dergiyse, yazdıklarım onun hiç kapagi bile değil :) Filme mutlaka bakın, ya da en azından "bakacağım filmler" listesine kayd edin :)

Filmden akılda kalan alıntılar:

 Bazı dine mensup olmaya çalışırken, insan olmayı unuttum.


Affetmek geçmişi değiştirmez, ama geleceği değiştirebilir.

Karanlık, karanlıkta son bulmaz sadece aydınlık onu yok edebilir. Nefret, nefreti yok etmez sadece sevgi onu yok edebilir."
"Başkalarının acılarını paylaşmazsak kendi acılarımızı dindiremeyiz.
Son olarak filmin çok sevdiğim iki şarkısını da yazıp ayrılıyorum.Zamanınız varsa hatta yoksa da izleyin. 
iyi Geceler :-)

11 Mart 2016 Cuma

BAHADIR VE SONA-4 roman (Neriman Nerimanov)

zaman: Mart 11, 2016 0 yorum


Daniel çay getirip masayi  düzeltir. Bardak ve semaver masaya koyulmuştur.

S on a (çay koyuyor). Babam çok gülüyordu, sesini duyuyordum. Acaba size ne anlatiyormuşlar?
Y u s u f. Ben bu  sohbet üzerine gelip cikdim ve biliyorum  neye dair sohbet etdiklerini. Herhalde sen de biliyorsun?
M a ş o (gülümsedi Bahadır'a bakarak). Biliyorsunuz, Yusuf hep diyor: iki bir sanatkar kişi bir yerde karsilaşsa  kendi sanatlarina dair sohbet ederler. Mesela, diyor: iki öğretmen birbiri ile ya dersden sohbet ederler, ya kitaplardan; iki avcı avdan sohbet ederler,  iki kadın karsilaşsa, modadan, elbiseden söz ediyorlar.
Hepsi  (gülerler).
A l e k s e y. Çoğu zaman sahiden de boyle oluyor.
S o n a. Ben, hezerat, bu sözlere şirk değilim. Kadinlar hususunda  sözler yalnisdir. Kadinların modadan başka acaba, söhbetleri yok mu?
Y u s i f (gülerek). Kızım, sinirlenme, ben tum kadinlari demiyorum. Cogu kadinlarin sohbetlerinin modadan olmasinı söyluyorum.
S o n a. Hayır, babacığım, ben sinirlenmiyorum. Fakat bir-iki kadının modadan sohbet etmesini tum kadinlara oyle maal edilmesi yalnis, zann ediyorum. Bir kaç erkegin ekserini kumardan bahs etmelerini tum  erkekler leke getiriyormu? Yok, elbette.
B a h a d ı r. Aferin, hanım efendi! Aferin!
Y u s u f (gülerek). Tamam tamam, kadınlar ne modadan, hatta buna benzeyen şeyler hususunda de sohbet etmezler .....
H e p s i(gülüyor). Ha! Ha!
A l e k s e y (kalkıp gitmek ister). Sağ olun!
Y u s i f. Oturun! Daha çay için.
A l e k s e y. Teşekkür ediyorum, zaman daraliyor. Gerek ki  şimdi gitmem lazim birkaç kağıtlarım var, yazmak gerekir. Sabah posta gidiyor. Biliyor musunuz, gitmek zamanı.  çalışmak gerek .
Y u s i f. Nereye?
A l e k s e y. Petersburg'a, elbette.
Y u s i f. Doğru buyurdunuz. Ağustos ayıdır.
M a ş o. Evet. (Gülümsunerek.) Talebelerin bayramı da biter.
A l e k s e y (gülumsunerek). Evet, bu üç ay yorgunlukdan sonra yine calişmak! (Herkese elini uzatarak vedalasip çıkıyor.)
M a ş o (Sonaya). Kızım, Daniele soyle buraları toplasin, ben de gidiyorum. (Yusuf ve Maso çıkıyorlar.)
S o n a. İyi, anneciğim. (Gidiyorlar).
B a h a d ı r (Sonanın arkasinca bakıyor). Evet, Ağustos ayı! Hep Ağustos ayında günlerimi sayardım. Üç ay yorgunlukdan sonra ciddi suretde ilimlere tutunmak fikrinde olurdum. (dusunerek). Şimdi ne oldu bana? Ben Mengilisden ayrılmak istemiyorum, ben acele etmiyorum .... Hatta gitmek fikrinde olunca canim sıkılıyor .... (Başını tutup.) Ah, Sona! Sona
S o n a (yavaş yavaş geliyor Bahadır'ın yanında oturup etrafına bakıyor). Ne güzel gun ve ne guzel manzara, değil mi?
B a h a d ı r (etrafına bakıp). Evet, nihayetinde güzel! (Sonra Sonaya dikkatla bakarak).
"Morğe-seyyadi-toem oftadem ber dame-to,
Ya bekoş ya dane deh, ya ez gefes özgür kon ".
[Tercumesi: Senin evlatlığın kuşum, agina Düşmüşüm,
                    Ya öldür ya besle, ya kafesden kurtar.]
Son a (başını eğmiş). Bahadır! Bülbülün gül için okuduğu yanıklı nağmeleri duyuyor musunuz? Odur, güle bakınız, gonçasini açıp da güya diyor: "Aşkın ateşine yanma, bülbülüm".
B a h a d ı r (Sonaya dikkatla bakarak). Ah, merhametli gül!
S o n a (Bahadır'ın elinden tutup yukarı bakarak). Bahadır, o ne sırdır ki, insanlar bir-birinden tefrika
 düşümusler? ....
B a h a d ı r (biraz dusundukden sonra). Hanım efendi! Baska zaman olur mu bu hususta de sohbet edelim. (Sonanın elinden tutup dusunuyor.)
S o n a (Bahadır'ın yüzüne bakar). Söyleyin, bu saat aklinizden ne geçti?
B a h a d ı r. Hazır kafamdaki dusuncelerden en dehşetlisi, beni en rahatsız eden fikir sizinle ayrılmak meselesi. Bilmiyorum buna ben  nasil dayana bilecekmiyimmi?
S o n a. Belki dayana bilemediniz, o zaman?
B a h a d ı r. Ah, hanım efendi! İnsan geleceğini bilse idi aklı şaşardı. Fakat ben hala divane olmak istemiyorum.Ben istiyorum ki yaşayip ve seveyim. Sizinle ayrılığım her  ne kadar dehşetli gözönüne geliyorsa, bir o kadar umut yolu benim için görünüyor. Ah, bu umut yolu! Umutsuz yaşamak imkansızdır.
S o n a. Şimdi beş günden sonra gitmelisiniz, değil mi?
B a h a d ı r. Evet!
S o n a. Ne umutla gidiyorsunuz?
B a h a d ı p. Umudum  bir daha  sizinle görüşmek!
S o n a (yera bakarak). Görüşüp, bir  daha  ayrılmamak ....

(İkisi de uzun zaman birbirlerinin ellerini tutup dusunurek.)
(devami var.....)

Onceki

Neriman Nerimanov- Bahadır ve Sona -3 (roman) (Türkçe çeviri)

6 Mart 2016 Pazar

Neriman Nerimanov- Bahadır ve Sona -3 (roman) (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 06, 2016 0 yorum

Sona, bahadır, Daniel.

D a n i e l. Bahadır bey! Dostunuz Aleksey sizi görmek istiyor.

B a h a d ı r (ayağa kalkar). Soyle gelsin.

S o n a. tamam, ben gidiyim o zaman sonra gelirim.

B a h a d ı r. Ne için, hanım efendi! Siz tanışıyorsunuz zaten.

S o n a. Yok, yine de nasıl olsa yakışık almaz , belki gizli sözü vardir.

B a h a d ı r. İyi, hanım efendi!

S on a (Daniele). Soyle  gelsin. (Kendisi çıkıyor).

D a n i e l. Başım üste. (Gider).



A l e k s e y (Bahadır'a elini uzatir). Ne için bu birkaç gündür görünmüyorsunuz?

B a h a d ı r (yer gösterir oturmasi icin). Aleksey! Biraz keyifsizdim.

A l e k s e y. Şimdi dogrusu, Mengilisin de guzelligi gider. Yağmur yagdigi icin hiç  bir yere gitmek istemiyorum. Dün sahahdan akşamadek yağmura göre evde oturdum. İyi ki, senden gazeteler aldim. Hepsini okudum, zaman geçirdim ....

Ama "Tercüman" gazetesinde bir makaleye dikat ettim.
B a h a d ı r. Ne hususta?

A l e k s e y. Dil hususunda yazılmış makale.

B a h a d ı r. Doğru diyorsun, dikkatli olunmalı mekaledir.

A l e k s e y. Ne acep, Türkler bu zamanadek bu meseleye dikkat etmediler?

B a h a d ı r. Türkler de, biz de dil meselesinde henuz bir noktaya gele bilemedik. Hangı dil edebi dil olmasını bu vakte kadar çözüb bitiremedik. Bu konuda iki bir-birine farkli dusunceler görünmekdedir. Yazarlarımızın çoğu diyor: edebi dil Arap, Fars sözlerinin çok olmasına bağlıdır. Bir çok azı da diyor: edebi dil orta kısım kişinin dilidir.

A l e k s e y. Sen ne dusunuyorsun?

B a h ad ı r. Ben .... Ben diyorum: edebi dil insanlarin dilidir. Ya`ni, insanlar hangı dilde konuşuyorsa, o dilde de yazmak gerek. Bence, edip insanlara tabidir, neinki insanlar edibe.

DÖRDÜNCÜ GELİŞ

Bahadır, Aleksey, Yusuf.

Y u s u f (balkondan). Izin verirmisiniz ? Size engel olmuyorum dimi?

B a h a d ı r (yerinden kalkarak). Hayır, hayır! Buyurunuz.

Y u s i f (Alekseye elini uzatarak). İki talebe ki, bir yerde oldumu, hep önemli sohbet edilir, değil mi? Ah! Ah!

B a h a d ı r (gülerek). Hayır! Çoğu zaman boş konuşma da olur. Fakat şimdiki söhbetimiz gerçekten önemli sohbet.

Y u s i f. Ben dedim! Ah, ah! Hayır, ben yalnis soylemem.

A l e k s ey  bey. Evet, dogru bildiniz! (Gülüyor.)

Y u s i f. Biliyor musunuz, ben kendim az okudum. Babamın tek oğlu olduğuma göre babam öldükten sonra okumak mümkün olmadı. Ancak Gymnasiumu  bitirdim. Elbette, şimdi çok uzuluyorum. Bunun icin, bilgim artsın diye, çok okumuş adamların söhbetlerini seviyorum.

B a h a d ı r. Maşo hanım ve Sona hanım gibi bilgili hanımlarla siz hep söhbetdesiniz. Bunun kendisi bir mutlulukdur!

Y u s u f (gülerek). Bu birkaç yılın içerisinde onlardan öyrendiyimi öyrendim. Şimdi sizden de öyrenmek istiyorum.

B a h a d ı r, A l e k s e y. (Gülüyorlar).

Y u s i f. Gülersiniz!

B a h a d ı r. Şimdi öyrenmek istiyorsunuz, buyurunuz. Siz gelmemişden biz dil hususunda sohbet ediyorduk. Ya`ni, hangı dile edebi dil demek oluyor, meselesini ele aliyorduk. Mesela, gayri milletler dillerini, yazılarını kolaylastirmak isterken,Müslümanlar dillerini ve yazılarını daha da zora düşürüyorlar.

Y u s i f. A! .... Bu son derecede mantikli meseledir. Çünkü diyorum iki talebe bir yerde olunca mantikli  sohbet edilir. Şimdi biraz sabr ediniz. (Durarak hizmetcini sesler.) Daniel! Daniel! Buraya çay getir. Hanımlara da soyle gelsinler. (Gelip oturur). Şimdi ben size garip bir hikaye anlaticam. Biz Tiflisde olarken bizimle komşu bir Müslüman mağazası vardı. Bunun sahibi hep Müslüman gazetesi alıp okuduktan sonra okuduğunu bana anlatiyordu: "Komşu, filanca sehirde filancayi öldürduler, filan eve hirsiz girdi , ne bilim, filan yerde filanca kişi calisirken kuyuya düşüp boğuldu". Hep de böyle haberler derdi. Bir gün yine böyle bir haber anlatdiginda sonra ben dedim komşu!  sizin gazetlerde ancak insan öldürmekden,ve ya hırsızlıktan yazıyorlarmi? Komşum sasirarak  bana bakıp dedi: "Baska şey yazırlarsa da, ben bilmem. Ancak bunları okuyorum". Ben dedim ki: hayır, ola bilmez ki, gazetelerde ancak böyle haber olsun. Bizim gazetelerde siyasi, milliyet, bilimsel meselelere dair hep yazıyorlar. Benim sözlerimin cevabında dedi: "Bizim gazetelerde de yazıyorlar. Fakat  ben okusam da düşünmuyorum. Ona binaen ancak" Haberleri "okuyorum".  ( Kahkaha atarak hepsi gülerler.)

B a h a d ı r. Dürüst diyor!

BEŞİNCİ GELİŞ

Oturanlar, Maşo, Sona.

Y u s i f. İşte, hanimlar da geldiler.

M a ş o (Aleksey ile elini uzatir). Hoş geldiniz.

S o n a (Alekseye). Epeydir görünmüyorsunuz.

A l e k s e y. Evet, hava  cok kotuydu.

(devami var)
Birinci bolum
Neriman Nerimanov- Bahadır ve Sona (roman) (Türkçe çeviri)
ikinci bolum

4 Mart 2016 Cuma

Neriman Nerimanov- Bahadır ve Sona -2 (roman) (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 04, 2016 0 yorum
Bahçede.

B a h a d ı r (yalniz oturmus elinde gazete okuyor. Bir az dusundukden sonra.) Ağustos ayı geldi .... Günlerim dakikkalarim ciddi suretde ilerliyor .... Mümkün olsaydı, dakikalarimi gün, günlerimi ay ederdim.

ONCEKI GELİŞ

Sona ve Bahadır.

S o n a (elinde kitap, tebessum ederek gelir). Siz dün millet sözünü beyan edip dediniz, "millet bir dinde bulunan insanlar". Fakat bugün okurken "kavim" kelimesi ile karislasdim ve ayni anlamda soyleniyor , değil mi?

B a h a d ı r (yerinden durarak, tebbesüm ederek, düşünerek ). Doğru, kah zaman bir mana da anlasilir. Fakat iyi olur ki,soylenmesin. Mesela: Hıristiyan milerti dedikde birçok kavmin bir dine hizmet etmryini gösterir: Ruslar, Fransızlar, Almanlar, Hıristiyan millrtidirlrr, Türkler, Arapblar, Farslar bir dine hizmet etmeklerine sebeb islam mileti adlanırlar.Fakat bunların her birisinin kendilerine mahsus adetleri, dilleri vardır. Demek ki, bir çok kavimlerin birleşmesine din sebeb olsa da, her bir kavime mahsus dil ve adet onları birbirinden ayırır. Din kavimleri bir noktada birleşdiririse kavmiyyet bunları yüz nöktada birbirinden ayırır. Din bir çok kavime  genel bir Tarraki yolu gösterir ise her kavime mahsus terbiye, adet, dil  kavmin başka bir yol ile gelismesine yürüyüş etmesine sebeb olur. (dusunerek). Hıristiyan dininde olan  kavimler ciddi bir suretle yol tutarak giderler. Bir kavim ilimde yuksek  derecede gelistirme gosterse  de öbürü onun peşinden koşarak gidiyor. Fakat .... Ah! .... (Başını tutar.)

S o n a (Bahadır'a dikkatla bakıyor). Bahadır bey! Ne için ah çekdiniz? Ne için haliniz  deyisdi.

B a h a d ı r. Hiç, hanım efendi!

S o n a. Hayir, sizin ahınızdan ben baska bir şey anladım. Rica ediyorum benden hiçbir şeyi gizlemeyesiniz.

B a h a d ı r. Dogrusu, hanım efendi, size dair bir söz demedim!

S o n a. Bahadır bey! Eger şimdi çekdiyiniz ahın manasini söylemeseniz, yüreyimde bu bir büyük derd olur. Biliyorsunuz, kızın yüreyi  erkeginki gibi değil.

B a h a d ı r. Hanım efendi! Ben Hıristiyan dininde olan kavimleri aklimdan geçirdikde dedim: bu kavimler gelisme  yolunda sekerek birbirini kovalarlar. Bu arada istedim islam dininde olan kavimlerden de size örnek getireyim. Fakat onlar perişan bir halde aklima geldi .... İşte, hanım efendi, benim ahımın sebebi!

S o n a (etrafa bakıp biraz dusundukden sonra Bahadır'ın elinden tutup). Fikrinizi dile getirdiginiz için teşekkür ediyorum. Umuyorum ki, bundan sonra bu hususta fikirlerinizi benden gizlemeyesiniz ....

B a h a d ı r. Hayir, hanım efendi! Gizlemem, fakat söylemeye de sözüm yok. Ne söyleyim soyle? İslam dininde olan kavimlerin hangı birini meydana getirib de dedim: budur, terraki
yoluna yüz cevirip  giderler .... Neyse, islam milleti ümumem bir belaya mübteladır.

S o n a. Dogrusu,  cok zor  meseledir. Müslüman milletiniń ve ya Müslüman devletlerinin her yerde tenezzülde yaşamaklarına sebeb ne ola, acaba ?! Mesela, ben bir kaç filozof, insanları da okudum, güya islam kendisi bilimin intişar bulmasina  manidir. Ruhaniler bu yolda büyük roller oynuyorlar, değil mi?

B a h a d ı r (gülümsünerek). Evet, hanım efendi! Zâhiren hakikat böyle görünüyor. Fakat bu meseleye biraz ihtiyatlı olmakda fayda ar. Herkes milletlerde ruhaniler birkaç sebeblere göre dünya ilimlerine düşman olmuşlar, yeni Terraki yolunu mümkün olan kadar insanların yüzüne bağlı bırakmışlar. Fakat bu meselede Hıristiyan alemi ile Müslüman aleminde bir tefavüt görünüyor. Hıristiyan aleminde ruhaniler ilimlere düşman olsalar da krallar ve devletler ruhanilerle müdam savaslarda bulunmuslar. Ruhaniler eski yasalara yapışirken insanlari karanlıkta tutmayi dilemisler- .... Krallar, daha doğrusu, devletler ise zemaneye göre yeni kanunlar meydana getirmekle milletin terakkasisine çalışmasi kaçınılmaz olmuş. Hıristiyan alemi müdam böyle bir savasda olurken kendini ruhanilerin zincirlerinden yavaş yavaş kurtusa erdirmiştir: Müslüman alemine dikkat ederseniz, bu savasi görmezsiniz. Kral hem halife olmuştur, hem de devletin yol göstereni. Padişah, ya halife, ya zamanenin en büyük ruhanisi Terraki yolunu yer yüzüne kasden ve ya yalnislikla kapatmıştır .... Daha açık söyleeyim: insanın meişetine, dünyasına dair mahsus kanunlar ibadete dair yasalarla bir gücde saklanıp. Hıristiyan alemi bu savaslarin zoruna bu yasaları bilmesine ayırıp. Ya`ni Hıristiyan aklı müdam Tarraki yolunda calişirken Müslüman aklı eski yasalarla yeterlidir .... Demek ki, İslam hakikatene, tarrakiye, yeni ilime düşman olsaydi, araplar islamı kabul etdikden sonra bir  zaman Tarraki yolunda olmazdı. Acaba, ne için ahlakları büsbütün bozulmuş insanlara islam  dini geldi? Elbette, ahlaki sapık kavmin ahlakinı düzgunlestirmek için, yeni Tarralo yolunu göstermek için. Açık söyldyim: bir topluluk, ya toplum için muayyen bir din ortalığa gelirse, ayni insanlar, ya kavim sebeb olur, değil mi?

S o n a. Evet.

B a h a d ı r. Boyle olunca  demek oluyor ki: falan din, filan insanlar, veya kavmin temizliyi için gelmis?

Bunun icin derler: her din her insanlarin terrakisi için gelir, din getiren insanların hayrını nazarinda tutuyor. Dini kabul edip onun intişarına çalışanlar nazik bir noktani anlamak istemezler .... Hıristiyan dinini intişar edenler bir Luterin çıkmasina sebeb oldugu gibi Islam alemi de kendi Lüterini bekliyor. Bu "Luther" gelip de diycek: insan daima Terraki yolunda yaşarken, onun meişeti ve aklı mueyyen, hep bir kanuna yeterli olamaz. Bu mevzuyu bu  islamı getiren aşikar demisdir: her bir işi akla havale et, akıl ne buyursa, ona amel et. Fakat bu iki mensep --padişahlık-hilâfet, bir vücuttan olmak, yani dusunulen savasin olmamasaı bu güzel ve tamam düyünleri açan sözlerin gizlin kalmasına sebeb olmuştur.

S o n a. Beli ... düşünüyorum .... Günah din getirende değil, belki dini intişar edenlerdedir
Birinci bolum
http://redroses77.blogspot.com/2016/03/bahadr-ve-sona-neriman-nerimanov-bahadr.html?spref=tw

(DEVAMI VAR...)

3 Mart 2016 Perşembe

Başarıya giden yolda düşmanlık yok, dostluk var; kin ve nefret yoktur, sevgi ve hoşgörü var....

zaman: Mart 03, 2016 0 yorum
Küsmeyeceksin. Sabr edekeceksin. Yıllar önce hafızama yazdığım değerli bir ifade var: hayatın zorlukları ve meşakkatleri karşısında galip olmak için tek yol ne dosttan, ne de düşmandan küsmemek, her ortamda tahammül ve kararlılık gösterktir. Başarıya giden yolda düşmanlık yok, dostluk var; kin ve nefret yoktur, sevgi ve hoşgörü var.


Yolları çok kaygan ve tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. Her anımız tehlikelidir. Çünkü her an her türlü kazaya, sıkıntıya maruz kalabiliriz. Yaşanan olayları sadece kendi mantığımızla anlatmaya çalışırsak, yanılma ihtimalimiz artar. Oysa hayatımızı dogru  gerçekler üzerinde kursak ve istikametlendirsek, hem dünyanın hem de ahiretin saadet kapıları yüzümüze sonuna kadar açılır.
Akıl ve mantığımızı mahkum etti duygularımızla hareket edersek, adaleti ve ahlakı iflasa ugratiriz. İnsan, başkalarının bakış açıları ile bakmalıdır. Çünkü insan kendi kusurlarını, egri-eksikliklerini görmüyor ve görmek de istemiyor. Diğerleri ile ilgili olarak da kendisini o kişinin yerine koyarak davranmalıdır: kendi canı, malı ve namusu ne kadar kıymetli ise, başkasının canı, malı ve namusu en az o kadar değerli, değerli ve kutsaldır. İnsan daima işte bu bilinç içinde olmalıdır.
Zaman yudum yudum gencliyimizi ve ömrümüzü yutmakdadır. Her an sevdiklerimizden ve dünyadan uzaklaşmaqdayız. Zamanımızı boşa harcamadan ve fırsatları kaçırmadan durumu doğru değerlendirmeli, geçmişi doğru değerlendirip geleceğimizi çok iyi planlaşdırmalıyız.
Planlarımızın merkezinde görev ve yetki niyeti durmamalıdır. Her amacımızı ahlak sorunlaina maruz kalan, sıkıntı ve zulüm altında kıvranan, acı çeken, addımbaşı hakları bozulan insanlığın saadeti ve refahına uygunlaşdırmalıyız. en kucuk  istek ve arzular bizi esir almamalıdır, boynumuza zincir takıp peşinden suruklememelidir. Ne dünya, ne de  ahiret düşüncemiz bile, bizi bencilliğe sürüklememeli. "Yeter ki ben Cennete gideyim, diğerleri kendi başlarına çare kılsınlar" düşüncesiyle Hak rızasını kazanmak asla mümkün değildir. Menfaatperestlik, şan-şöhret düşkünlüğü gibi azginliklara düçar olmamalıyız.Bizim medeniyetimiz, soğuk kış günlerinde barınmaları için kuşlara ev yapacak kadar merhameti kuşanmış bir kültürdür.
Hak sahibine hakkı verilmeli, hak sahibi hakkını almalıdır. Ancak hak sağlanırken haksızlığa da revac verilmemelidir. Sadece haksızlığa götürmeyen yol adildir. Olabilir ki, çevremizde gelişen olaylar gönlümüze uygun değil, canımızı sıkıyor. Bunları da sabırla karşılamak gerekir. Bakın, Allah'ın yarattığı dünyada Ona karşı böyle haksızlıklar oluyor, en yüksek sabreden - Sabirli olan Allah'ın bu haksızlıkları bir anda ortadan kaldırmaya gücü yettiği halde bekliyor. Demek ki, bunda da bir hikmet var ...
Başımıza her türlü musibetler de gelebilir: ağır hastalıklara duçar olabiliriz, en çok sevdiğimiz insanı kaybedebiliriz. Bu, tamamen normaldir. Böyle musibetlere karşı isyan etmekle ne kazanacagiz.
Hayat çok hassas denge üzerine kurulu: kazanmak ve kaybetmek. Seçimlerimiz akıl ve mantığa esaslanarsa, daima kazançlı olacağız. İnsan iradesini inancı ile güçlendirerek, bir çok zorlukları ve engelleri kolaylıkla bertaraf edebilir.
Özetle, yolların ayrıldığı yerdeyiz. Bizim yolumuz meşakkatli ve sıkıntılı. Elbette ki, zordur. Kahramanlar da işte zorluklara göğüs gerenlerdir. Bu hayatta yikilmamak için kalp, gönül ve milli birlik içerisinde olmalıyız. Diğer yol görünüşte çok parlak ve rahat görünür. İnsani zaifliklarimiz bizi bu yola sürükler.
Şimdi vefalı olmak gerekir. Dogru  yolda herkes yürüye bilir. Asıl başarı ve kahramanlık sarp kayalar üzerinde düşmeden yürümek.

2 Mart 2016 Çarşamba

Neriman Nerimanov- Bahadır ve Sona (roman) (Türkçe çeviri)

zaman: Mart 02, 2016 0 yorum


Bahadır ve Sona -  "Bahadır ve Sona"  - [1] 1896-1898 yazılmış Azerbaycanli yazar Neriman Nerimanov tarafından yazilan  ve Azerbaycanlı Müslüman öğrenci Bahadır ve  Ermeni kızı Sonanın  trajik aşkını anlatan  bir roman,

Neriman Nerimanovun  bu güzel romani değerli okurlarımla paylaşmak için Türkçeye çevirdim. Hatalar   ve yalnişlar olabilir  kusura bakmayin. Umarim cok seversiniz...







EHLI-Meclis

B a h a d ı r-- delikanlı, ogrenci libasında.
Y u s u f-- Avrupa libasında, 50 yaşında.
M a ş o-- eşi, 40 yaşında.
S o n a -genç kız, Yusuf'un kızı.
D a n i e l-- Yusuf'un hizmetcisi, 17 yaşında.
S o l t a n, A l e k s e y-- Bahadır'ın arkadaşları,ogrenci libasında.
Z i n o l i n-- Bahadır'ın hizmetcisi, tatar kıyafetinde.
N e z a r e t ç i-- timarhanenin büyüğü, beyaz halatli, başında beyaz baş örtüsü.



Vaki olur Mengilisde Yusuf'un evinde. Sahnenin bir tarafında iyi suslenmiş salon, iki kapılı, kapının biri bahçeye açılıyor. Merdivenn bahçeye taraf, bahçede masa ve sandalyeler.


Salonda Maşo ve Sona.

M a ş o. Biraz acele et, şimdi gelirler, saat 12.
S o n a (ayna önünde saclarini düzeltir). Bu saat, anneciğim! Bu saat!
M a ş o. Hizmetciye soylersin yemeyi çabuk hazır etsin.
S o n a. tamam, anneciğim, tamam! (Bu arada kapi calinir.) Geldiler!
M a ş o. Geldiler! (Maşo ve Sona cabuk  yan odadan çıkıyorlar.)


Y u s i f. Buyurunuz, oturunuz! Bizim eve hoş geldiniz!
B a h a d ı r. Teşekkür ediyorum!
Y u s u f. Garip değil mi? Sizinle görüşmeden birkaç gün once mağazaya gayri ogrencilerde de mal almaya geliyordular. Ne için size yaptığım teklifi onlara etmedim, bilmiyorum. Sizi görünce ise galiba biri dedi sizden sorayım.
B a h a d ı r. Evet, çok garip! Ben de tamamen  bir hafta mahud (bir tarafı keçe gibi basık yün veya yarı yünlü parça) almak isteyirdim, fakat bugün-sabaha diyordum. Ne için ben dün  mahud almaya gittim, bilmiyorum.



Y u s i f (ayağa kalkıp maşoya taraf gidiyor). Bu benim eşim. (Sonaya taraf.) Bu da benim kızım. (Bahadırı gösterek.) Bu da  dün size bahs etdiyim ogrenci. Ya`ni Sonanın hocası.
B a h a d ı r (kalkarak hepsine selam verir). Buyuk  memnuniyetle bu vazifeni kabul ediyorum. (Sonaya dikkatle bakarak.) Acaba! Bu, ormanda gördüğüm kız değil mi?
M a ş o. Teşekkür ederiz.
S o n a. Teşekkür ediyorum. (Dikkatle Bahadıra bakarak .) Acaba! Bu, dun gördüğüm ogrenci değil mi?
Y u s u f. Şimdi siz konusun. Ben birazdan geliyorum.

(Bahçeye gidip masa hazır etdirir ve Daniel masayı hazırlar.)

M a ş o. Hakikatende, sizinle dost olmamıza nihayetinde mutluyuz!
S o n a. Evet, annemin sözlerine ben de katiliyorum!
B a h a d ı r. Doğrusu, bu saatler  ömrümde  güzel saatlerden biri olarak kabul ediyorum.
M a ş o (gülerek ). Mengilis hoşunuza gidiyormu?
B a h a d ı r. Evet , guzeldir. Çam ağacından orman daha güzel görunuyor.
Y u si f. Buyurun, bahçeye gecelim. (Herkes ayaga kalkar, merdivenle bahçeye inerler. Masa başında Yusuf, bir başında Maşo, bir tarafde Bahadır, onunla karsi-karsiya Sona.) Yemegimizi burada yiyelim. Biliyorsunuz, yaylağın bir iyi yanlarindan biri de, şehirdәki gibi türlü-türlü kanunları beklemiyorsun. Mesela, burada bir gölgede oturup yemek yiye bilirsiniz  ....
Y u s i f. Buyurunuz, yemeye baslaya biliriz. (Herkes yiyor.)
B a h a d ı r. Afedersiniz, Sona hanım, size bir şey sora bilirmiyim?
S on a (gülümsünerek). Buyurunuz!
B a h a d ı r. Ne için siz Farsça okumak fikrine düşdünüz?
Y u s i f (gülümsünerel). Kızım! Istersen  bu soruya ben cevap vereyim?
S o n a (gülümsünüb). Biliyorum ne soyleyecegini , soyle.
Y u s i f. Doğrusu, her insanin bir hastaligi  olur. Biri görüyorsunuz sigara çeker, biri içki sever.
S o n a. Babacığım! Bunlara insan adet ediyor, neinki seviyor.
Y u s i f. İyi, kızım, ben yalnis soyledim , adet ediyor. Mesela, biri dansı seviyor, öbürü müziği. (Sonaya.) Boylemi, kızım?
S o n a (gülümsünüb). Bu olur , konuzu  böyle başlarsan sonunda dogru  gelir.
Y u s i f (Bahadır'a göz kirpar ). İyi, kızım! Sen dediyin gibi  olsun. Biri müzigi  seviyor, biri dans, Sona da, mesela, dil bilmeyi seviyor, yeni dillere  aşıktır. (Sonaya.) Şimdi iyi dedimmi, kızım?
H e r k e s (gülüyor).
M a ş o. Hakkatende , Sonanın çocukluktan dillere ilgisi var. Tiflisde, bizim mahallede Müslüman çok olurdu. Yedi yaşında türk dilini guzel biliyordu. Bir duymadigi  söz duydugunda birkaç defa onu tekrar ediyordu ki, o sözü unutmasın. Şimdi de aklımdan çıkmaz, bir gün unutmasın diye sabahdan-axşamadәk diyordu:
Y u s u f (Bahadır'dan). Bundan  sonra çok şeyler duyacaksiniz. Türkcә iyi şiirler biliyor .... O nasıl, kızım? (Sonaya taraf.) Yareb ....
S o n a, (gülümsünerek).
Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ mana. Gösterme ol tarîki ki gitmez sana mana.
B a h a d ı r. Yaşayınız, aferin, hanım efendi! Ne temiz, ne gözel şive  ile bu şiiri buyurdunuz ....
Y u s i f. Aferin, kızım!
S o n a (baş egerek). Teşekkür ediyorum. Bu benim sevgili duam. Yanliz kaldigimda qam bana yüzunu gosterse  bunu okuyorum.  sakinlesirim . Biliyor musunuz, ben ihlasla inananlardanim. Evvel sebebe bile şiirleri seviyorum, her dilde olmuş olsa da.
B a h a d ı r. Nasıl inananlardansınız? Düşünmüyorum hanım efendi?
S o n a. Bence, güven meselesinde adamlar beş kısım ayrilir.
Y u s i f.Siz sohbet edin. (Çıkıyor.)
M a ş o. Ben de simdi geliyorum. (Çıkıyor.)
S o n a. Evet, bence, güven meselesinde insanlar beş kısıma ayrilir.
B a h a d ı r. Buyurun.
S o n a. Bir kısım  körü körüne, her ne dersen, inanır, yeni hizmet ettiği mebudu kendi zihini ile tanımamaktadır gayrilerin  sözler ile tanıyor. Bu kısım adamları nereye götürmek  isterseniz giderler neye mukaddes dersen inanırlar, hiç bir şeye gerek olmayan şeylere secde ederler, kara taşları öperler ki, --bununla bile çocuk gibi yürekleri saf,, Nihayet derecede sadık ve sevecen olup, dürüst olanı tanımazlar. Ye`ni, onun varlığını tüm vücutla hiss etmezler.
İkinci kısım adamlar kendi amallerinde bir şeye inanamayan, fakat bastaki kısım insanlara hemişe yol gösteren olurlar. Saf kalpli olanlar derlerlo: inan, kendileri inanmazlar, her hangi bir şeye secde et, kendileri etmezler. Zâhiren her bir ameli yerine getirirler, fakat batinda neinki aksine hareket ederler, hatta biçare insanlara gülerler .... Bu kısım insanlar hep Allahdan, ahkamindam  soz ederler fakat kendileri kendi dediklerine amel etmezler .... Çünkü hakiki  muhabbeti-rebbaini bunlarda olmaz ve ola da bilemez. Çünkü hakiki muhabbet her bir şeyden temiz, mukaddes bir duygudur. Bunlar ise o muhabbeti her saatte, her dakikada pazarda elma satan gibi satarlar, çünkü bunu özlerine sanat edinirler . Kucuk masa duzelten usta masaya  her  bir reng yapdi saten gibi, bu kısım adamlar Allahın ahkâmını da türlü-türlü mana verip,  boyle insanlara satarlar. Allah'ın varlığını bunlardan sorulugunda  yüz bin deliller ile kabul ederler. Fakat kendilerini  gizliyerek vicdanlarını daima satarlar ....
Üçüncü kısım adamlar serseri bir kısımdır. Bunlar ne safdilar, ne de alim. Bunlar  yalancı pehlivanlara benzerler. Onun-bunun ağzından yarım haberlerı alıp, öyrenip, din meselesine hep karişirlar. Özlerini arifler safında tutup zâhiren bir şeye inanmazlar, batinde ise her bir müşkül işlerinde sık allahı yardıma çağırırlar. Fakat Allahin ne olduğunu da düşünmezler. 
Dördüncü kısım: muayyen bir akil sahibdirler. Bunlar tam ömürlerini bilim yolunda sarf edip, ilimden başka bir şeye  ve inanmazlar .... Gayrileri ancak dehşetli bir vaqiada allahı yardıma çağırırlarsa, bunlar böyle bir halde de ilimden başka kimseye secde etmezler. O ki, kaldı beşinci kısım (gülümsünerel), bu kısım adamlar benim gibi olur. (Başını eğmiş.) Bu kısım adamlar bir allahdan başka hiçbir şeye inanmazlar. Fakat Allaha olan muhabbet korku sebebide  olmayarak, yani demek istedigim hem dehşetli bir vaqiede ve hem de büyük bir seadetde bulunduğum hâlde ben Allah'ı unutmuyorum, onu var küvvetimle seviyorum, onu her zamanda, her mekan görüyorum, fark ediyorum, düşünüyorum. Gece yıldızlı, gündüz temiz, bulutsuz goye bakıyorum da Allah'ı düşünüyorum. Bu güzel gülün etri, ince zarif yaprakları, o bülbülün nağmesi, bu kırmızı güzel elmalar, elmalarda olan tohumlar, tohumlardan olusan gelen dalı, gölgeli ağaçlar, bu ağaçları beceren insanlar, insanlara tabi olan dehsetli hayvanlar ... bunların hepsinde, tüm hayatımızda her saat , her dakikada Allahı görüyorum, fark ediyorum, düşünuyorum .... Ah, inanmak ne büyük seadetdir! Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ mana. Gösterme ol tarîki ki gitmez sana mana. Bu sözleri hep tekrar etdikde  sanki bir büyük dağ uzerimden gidiyor. Bu benim sevgili duam, bunu zikir etdikce, güya yüreyim temizlenir, ümidim artıyor. İstikbalım büyük bir saedәtde görünüyor .... Ah, ne güzel bir  alem! Tam uygulanması muhabbetden oluşan bir şey görünüyor. İnanınız. İnanmak büyük saedetdir.

Y u s i f (merdivenden düşerek ). Bunlar tatlı söhbetler. (Sonaya.) Kızım! Bahadır Bey bu üç ay derslerden kurtulup rahat etmek istiyor, sende başliyorsun  de okumaya. Ah, ah! (Bahçede gezinir.)
B a h a d ı r. Hayır, çok iyi!
S on a (Bahadır'dan). Af edersiniz, size baş ağrısı oldu, değil mi?
B a h a d ı r (gülümsünüb). Yok, hanım efendi, sözlerinizi  memnuniyetle dinliyorum. Sizin sözleriniz beni bir baska aleme davet ediyor. Doğrusu, ben kendimi dördüncü kisimdan düşünüyordum. Ya`ni ilimden başka hiçbir şeye inanmazdım. Fakat şimdi (görüşünuz) siz beni bir baska aleme davet ediyorsunuz .... gerçektir görünüyor  ki ben de büyük bir saedetde olacağım. Inanacağım, Allah'ı sevecegim, fark edeceğim, düşünecego, .... (Biraz dusundukden sonra.) Ben sizi dün ormanda gördüm, siz  uzanmisdiniz kitap okuyordunuz ... ve ara bir etrafınıza bakıyordunuz ....
S o n a. Ben de sizi gerek ki, gördüm, siz beni görüp ne dusundunuz?
B a h a d ı r. Sizinle  tanışmayı ben hemen aklimdan geçirdim ....
S o n a (yera bakarak). Ben de .... (Cabuk yerinden kalkıp Yusifa taraf gider, sarıliyor.) Babacığım, biliyormusun bir garip bir şey oldu! Dün biz birbirimizi ormanda gorduk. Her ikimizin hayalınden bir-birimizle tanışmak geçdi. Şimdi bu işe hayran kalmalı değil mi?
Y u s i f (gülümsünerel). Bundan anlasilir ki, siz ikiniz de saf yürekli genclersiniz. Ve de temiz yürekle birbirinizi görmek istediniz. Allah da sizi görüşdürdü .... Ben boyle tahmin ediyorum,, daha doğrusu, inanmışim; temiz yürekle ne istesen Allah sonunda onu verer. Şimdi ben çok mutluyum, Bahadır bey sene ders vericekk. (Sonanın başını oksar. ) Bahadır bey! Asil maqsad şudur ki, Sona türk, fars dillerini doğrudur, seviyor: fakat sevmekden başka bu dilleri bilmek Sona için zararina da değil. Sona birçok Ermeni gazetelerinde yazıyor, Ermeni edebiyyatında meşhur olmuştur. Şimdi İran'a dair bir şey yazmak fikrinde, ona göre Farsça bilmesi meslehet. Ben sizden rica  ediyorum yarından taşınıb  bize gelesiniz. Bu üç ay yazı bizimle bir yerde olasınız. Hem sizin için ve hem de Sona için iyidir.
B a h a d ı r. Son derecede kendimi mutlu his ederim.
Y u s i f. Şimdi kızım, Bahadır beye oda göster, yarından taşınib  gelir. Allah hayır versin. (Bahadır, Sona salona dogru  giderler, Yusuf bahçeden çıkıyor.)

(Devami var.....)



 

DAN ULDUZU Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review