27 Ağustos 2015 Perşembe

Sabahattin Ali -(Kürk Mantolu Madonna)"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.

zaman: Ağustos 27, 2015 0 yorum
Bugün size Türk edebiyatının ünlü temsilcilerinden biri olan Sabahattin Ali ve onun ünlü  Kürk Mantolu Madonna romanı hakkında yazmak istiyorum.
Sabahattin Ali 1907 yılında Türkiye'nin Gümülcine vilayetinde, şimdiki Bulgaristan arazisinde doğdu.Çok ilginç ve sırlarla dolu hayatı var yazarın. İstanbul İlköğretim okulunu bitirdikten sonra 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya'ya gönderilen yazar, Almanya'ya gittikten 2 yıl sonra tekrar memleketine döndü. O Aydın, Ankara ve Konya'da Almanca öğretmeni olarak çalışmaya başlar. 1945 yılında ise Sabahattin Ali "Makropaşa" adlı gazetesi cikar. Onu da ifade edeyim ki, yazar 1930 yıllardan başlayarak artılq öyküler yazmaya, tanınmaya başlamıştı.
Gazetesi çıkmaya başladıktan sonra yazarin hayatı tamamen değişmeye, zorlaşmaya başlıyor. Sabahattin Ali 1948 yılında gazetesinde yazdığı bir yazıya göre tutuklanarak, 3 ay hapis yatıyor.
Hapisten çıktıktan sonra da huzur bulamayan ve sürekli takip edilen yazar Bulgaristan'a kaçmalı olur. Fakat 1948 yılında, Bulgaristan'a kaçak olarak giden Sabahattin Ali Kırklarelinde, sınır yakınlarındaki orman alanında ölü olarak bulunur.
Onun ölümününün asıl sebebi ise halen gizlidir. Bazıları onun bir hırsız tarafından öldürüldüğü, bazıları bu ölümün önceden gerçekleştirilen suikast olduğunu, bazilaryisa  polis şubesine götürülerek, orada gördüğü işkenceler sonucu öldüğünü söyler.

Kitap hakkında yazmadan önce onu da belirteyim ki, yazar "Kürk mantolu madonna" ya roman yok, uzun hikaye, yani novella demeyi daha çok uygun görüyordu.
Romanın baş kahramanları Raif efendi ve Mario Puderdir. Raif effendi içe kapanık, melankolik ve insanlardan uzak duran, hiç kimseyle derdini paylaşmayan, her türlü haksızlığa göz yumup sessiz kalan biridir. Fakat bir gün bu tür insan bir olay sonucu tamamen degisen  yeni bir insana dönüşür. kitap gerçekten çok ilginçti. 213 sayfa olmasına rağmen "Kürk Mantolu Madonna" yı bir nefese okudum diyebilirim. Yazarın yazma stili, kitabın  kahramanlari, onların düşünceleri, bütün bunlar insanı o kadar çeker ki, insan kitabı elinden  birakmak istemez. Hatta bence kitabı okuyan herkes herhangi kahramanda az da olsa kendisini görecektir.Kitapta bahsedilen Kürk manolu Madonna'yı ise yazar Andreas del Sartonun "Madonna delle Arpie" tablosuna benzetiyor. Bir hatirlatma yapiyim , bu tablodan Dostayevskinin "Cinler", F.Kafkanın "Dönüşüm" ve Safanın "Matmazel Noraliyanın koltuğu" adlı romanlarında da kullanıldı.


"Kürk mantolu Madonna" ("Kürk Mantolu Madonna") eseri okul arkadaşı aracılığıyla bankada işe baslayan gencin-Rasimin dili ile taşınır. Rasim eserin baş kahramanlarından biri olan Raif Efendi ile bankada tanıştı ve onun eski hayatının açılmasında büyük katkısı olur. Raif Efendi çocukluktan çekingen, kendine kapalı, baba-anansının tabirince desek "biraz kız  gibi karakterli" açıklanmıştır. Genç yaşında babasının Raif Efendi babasının  israrilya sabun üretimini öğrenmesi için, Berline gider  hem de şehrin çeşitli yerlerinde çok sayıda sergi, müzelerine gidiyor. Bir gün resim galerisini  gezerken bir portre karşısında donup kalıyor. Bu resim Mariya Pudreya ait "Kürk mantoli Madonna" potresidir. Resimde açıklanan masum, saf, solgun yüzlü kadına aşık olur ve kendinden asli olmayarak her gün bu portreni seyretmeye gelir. Tabii ki, bu çevredekilerin dikkatinden kaçmıyor, resmin yazarı onunla konusmaya karar verir. Raif Efendi'nin hayatını değiştiren olaylar  buradan sonra başlıyor.

Maria Puder eserin ikinci baş kahramanı ... Onu Raif Efendi ile mukaisede daha açık sözlü, kararlı, erkek huylu  karakter olarak görüyoruz. Yine de bir çok benzer özellik  bir birine bağlanır, birbirlerini seviyorlar. Yazar Maria'nın dili ile erkeklerin kadınlarla ilgili olarak kendinden emin eylemlerini eleştiriyor.

"Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki ... kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini farketmemek için kör olmak lazım. herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için yeterlidir. kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçemiyorlar. bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek ... Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz ... ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururuna tiksiniyorum". (Sabahattin Ali "Kürk Mantolu Madonna")

Kaderin acı yüzü bir gün onlara görünür. Babasının vefatı ile ilgili Raif Efendi kendi ülkesine, Mariyaya Prag'a annesinin yanına gider. Eskiden sıkça mektublaşsalar da, bir gün bu mektuplar kesilir. Raif Efendi kendiligince  Mariyanı hain gibi suçluyor, insanlardan daha da uzaklaşıyor, hiç kimseye inanmamağa başlar.

"Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum kırgınlık,adeta bütün insanlara dağılmıştır; çünkü o benim için bütün insanlığın timsalidir.(Sabahattin Ali "Kürk Mantolu Madonna")


Raif Efendi evlenir çocukları olur, ama, ne eşi, ne çocukları Maria'nın yerini dolduramıyor. Sadece üstünden 10 yıl geçdikden sonra o anlar, aslında Maria ona ihanet etmedi, o kızını, Raif efendinin kızını dünyaya getirirken öldü. Bunu öğrenince onun Mariyaya sevgisi daha da güçlenir.

Eser basit, okunaklı tarzda yazılmıştır. Yazar sanatsal sorulardan kullanımıyla fikrini bizlere iletmek yolunu seçti. Zannediyorumki ,  gayet başarılı olmusdur.Kitabın son sayfalarına geldigimizde  gerçekten  romanın bitmesin hiç istemiyordum. Ama kitapta bana karanlık kalan bir nokta vardı. Sanki kitabın sonu biraz eksik kaldı, tam olarak anlatilmamis  bazı şeyler.

 Bir çok insan kitapta yazılı olayların 2 yıl süreyle Almanya'da yaşayan Sabahattin Ali'nin başına geldiğini, orda yaşadıklarını kaleme aldığını düşünür. Buna düşünmeye hakları da var. Çünkü ... Size ilginç bir  konu soyleyim.. Sabahattin Ali öldükten sonra onun cebinde bir kağıt parçası bulunmuştu ve o kağıt parçasında aynen şöyle yazılmıştı: Kürk mantolu Madonna öyle ölmedi ...
Anlasilan yazarın ölümü gibi, Kürk mantolu Madonna'nın da ölümü sır olarak kalacak


Kitaptan Hoşuma giden cümleleri sizlere aktarmak istiyorum:
İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar.
 Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, "birtakım yabancılar beslemek"ti.

Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
....

muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu ... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu "

Ruhlarımız için en lüzumlu, en kıymetli olan şeyleri birbirimizde bulduktan sonra diğer teferruatı görmemezlikten gelmek, daha doğrusu büyük bir hakikat için küçük hakikatları feda etmek, daha insanca ve daha insaflı olmaz mıydı ??

Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melul bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.

Seni deli gibi değil, gayet aklı başında seviyorum... 


17 Ağustos 2015 Pazartesi

Kafka ve Oyuncak Bebek...

zaman: Ağustos 17, 2015 0 yorum
Hikayeye göre günün birinde Franz Kafka rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş.
Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. Bebeği bulamaması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş:
“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük kız da bu şekilde avunurmuş.
Derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sonu gelmiş. Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi…”
Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur. Kısaca şöyle yazmaktadır: “Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, ama sonunda sevgi başka bir surette geri dönecek.”
May Benatar, Kafka & the Doll: The Pervasiveness of Loss

6 Ağustos 2015 Perşembe

Yurdu sarmış qabalıq ( kabalık), yaltaqlıq (yalakalık) , Yükseliş varsa, sebeb alçaklık!

zaman: Ağustos 06, 2015 1 yorum
Bizim milletin kaderi tarih boyunca keşmekeşli olmuş. Ne kadar işkence zulum gorenlerimiz, kırılan kollarımız, sürgüne gidip- gelmeyenlerimiz olsa da, olmuş, boyle -boyle yarınlara gelmişiz. Ben bu yazımda Dönemin rejim  yıllarındaki felaketlerimizden konuşacağım. O zamanlar nerede düşünen bilim adamı, yazar, doktor, dilbilimci, müzisyen varsa, sürgüne gönderilir,idam olunurdu. Evet, bizim milletin kaderinde karanlık zindanlar, Sibirya sürgünleri, iskence , zulum vb. vahşetler fazla oldu ve biz bugün onları unutmamak, onları yad etmeliyiz.



Hüseyin Abdulla oğlu Rasizade 1882 ci yil  24 Ekim de Nahçıvan'ın Şahtahtı köyünde dünyaya geldi.Orta öğretim M.T.Sidkinin "Mektebi-terbiye" adlı okulunda almıştır. 1899-1903 yıllarında Güney Azerbaycan'da olmuş, Tebriz "Talibiyye" medresesinde eğitimini sürdürmüştür. İstanbul Edebiyat bolumunu bitirmiş, Nahçıvan'da, sonra ise Gence ve Tiflis'te, 1915 yılından itibaren ise Bakü'de öğretmenlik yapmıştır. Hüseyin Cavit klasik Azerbaycan edebiyatının en iyi geleneklerini geliştiren sairlerindendir. Dönemin rejimine uygun yapıtlar yazmadığı için önce tutuklandı daha sonra Uzak doğu'ya sürülmüştür. 1941 yılında Sibirya'nın Magadan şehrinde vefat etmisdir.Azerbaycanin yaratıcı fikri boğulduğu bir zamanda hayatı pahasına olsa da, Cavit kendi sanat idealine hain çıkmadı, onu satmadı. Güzellik ve sevgi şairi olarak kaldi, öylece kaldi.İstanbul aşığı ve Turan Sevdalısı  büyük Türk evladıydi.Eserlerinde kullandığı dil, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki edebi lisanın ortaklığını simgeler. Hüseyin Cavid, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif gibi Türk edebiyatının unutulmaz şahsiyetlerinin Azerbaycan 'da yaşamış olan yol arkadaşıdır.
 .
"İblis (Şeytan)", Azerbaycan'ın büyük şairi Hüseyin Cavid'in en guzel eserlerinden biridir. Bu eser, Cavidin  insan alemine dahilen hitab eden en başarılı eserlerinden biridir.Simdi  okuyacağınız şiir, "İblis" poeması'ndan alınmıştır. Şeytanın insanla monolugundan bir bölümdür.

İblis! .. O büyük isim ne kadar calibi-hayret!
Her ülkede, her dilde anılmak o şöhret,

Her külbede, keşanede, viranede İblis!
Hep Kabede, puthanede, meyhanede İblis!

Herkes beni dinler, fakat eyler yine nefret,
Herkes daha aciz kul iken, besler edavet,

Fakat beni tehgir eden, ey ablehü-miskin!
Oldukca müsellet sana, bil, nefsi-leimin,

Pencemde demadem ezilip kıvrılacaksın,
Daima ayak altında sönüp mahvolacaksın.

Bensiz de, emin ol size rehberlik eden var:
Kan püsküren, ateş savuran kinli krallar,

Şahlar, ulu Hakanlar, o çılgın derebeyler,
Altın ve kadın düşkünü divane bebekler.

Bin hile kuran tilki siyasiler, o her an,
Mezheb çıkaran, yol ayıran Hadimi-edyan;

Onlarda bütün fitne ve şer, zülmü hiyanet,
Onlar duruyorken beni tehkire ne hacet!

Onlar, evet onlar sizi çiğnetmeye yeterli,
Yeterli, sizi gahretmeye, mehvetmeye yeterli ...

Ben terk ederim sizleri ilan, neme lazım!
Hiçden gelerek, hiçliğe olmakdayım azim.

İblis nedir? -Cümle Hiyanetlere bais ...
Ya her kese hain olan insan nedir? -İblis!
 

DAN ULDUZU Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review