- Keşke yolda depoda sakladığımız kartuşların iki tanesi burda olsaydı, dünyaya değerdi.
Onun sözleri,sesi ise alcakdan geliyordu. Onde giden birinci adam ona cevap vermeden topallayarak nehre girdi. Çayın taşlara çarpan köpüklü suyu süt rengine çalıyordu.
Arkadan gelen adam az kalsın taşın üstünden kayıp yere düşüyordu, zorla kendini tuttu, ağrıdan-acidan yuksek sesle bağırdı, başı döndü, sendeledi, boş elini saga sola attı, sanki, havaya ucmak istiyordu; kendine nasılsa ceki düzen verdikden sonra ileri yürüdü, ama tekrar sendeledi, bir kere olsun dönüp arkasına göz atmadan yoluna devam eden arkadaşina baktı.
Kendi kendisi ile kıyas eder gibi, bir dakikaya yakin sakin hareketsiz durdukdan sonra bağırdı:
- Bill, biliyormusun ne oldu, tökezledim, galiba ayağım çıktı ...
Bill ise süt gibi beyaz çayda ayaklarını arkasıyca zorla çekerek ilerliyordu: o, etrafa bakmak bile istemiyordu. Geride kalan adam onun uzaklaştığını görünce, yüzü eskisi gibi hiçbir şey ifade etmese de, gözleri yaralı geyik gözleri gibi doldu.
Bill ırmağın karşı yakasına çıktı, geriye göz atmadan topallayarak ilerledi. Çayın ortasında duran adam gözlerini Bill'den ayıramiyordu. Onun kurumuş dudakları sanki ucukladi, uzun bıyıkları titredi; diliyle dudaklarını ıslattı.
- Bill! - O yüksek sesle bağırdı.
Bu ses bağırıp felakete düşüp yalnız kalmış insanın yardim dileyen yalvarışlı feryadıydi. Bill kafasini cevirip geriye bile bakmadı. O uzaklaşıyordu, çayın ortasında, dize kadar suda durup bakan arkadaşıysa onu gözleri ile yola kadar burakiyordu. Bill topallayarak, düşe kalka alçak dağa kalktı; o, hafif-mavi renge çalan ufuk çizgisine ulaşmaya can atıyordu. Bill yolu aşıp gözden kayboluncaya kadar arkadaşı onun peşinden baktı. Sonra dönüp yalnız kaldığı geniş, sınırsız, boş alemi ağır ağır gözden geçirdi. Bill yoktu; o gitmişti, her yer, tüm evren bomboşdu.
Ufkun yakınlarında zayıf sacan güneş hudutsuz, mat ve kalın dumanın içerisine zorla seçiliyordu. Yolcu vücudunun ağırlığını bacağının üstüne düşürerek, saatini çıkararak baktı. Saat dört olmusdu. İki haftaya yakın , o ne yılın hangi mevsimi olduğunu, ne de zamanı biliyordu. Fakat şimdi güneşi gökyüzünün kuzey-batı kısmında görünce Temmuz ayının sonu, ya da ki, agustosun başları olduğunu dusundu. Güney'e bakarak Büyük Ayı Gölünun neredeyse uzaklardaki koyu, korkulu dağların arkasında olduğunu tahmin etti, müthiş kuzey kutup dairesi yolu da bu yerlerden geçiyordu. Onun ortasında durduğu dehsetli çay, Koppermayının bir kolu idi. Bu çay hem de Arktik Okyanusu'ndaki Koppermayın Körfezi'ne akiyordu. Yolcu oralarda olmasa da, bir kez bu yerleri Gudson Körfezi ticaret şirketinin haritasında görümüştü.
O, yalnız kaldığı alemi gözden geçirdi. Manzara çok da ic açıcı değildi, hava kasvetliydi. Alçak, tepeler, adeta yere saplanmıştı: ne ağaç, ne de yerde ot vardı. Göz gordukce boş, korkunç ova uzanıyordu. Gördüğü bu manzaradan yolcu öyle korktu ki, gözleri bir an baka kaldı.
- Bill - diye iki kez fısıldadı, - Bill!
O, korkudan bükülerek, süt rengine çalan suyun ortasında oturdu: adeta uçsuz bucaqısz düzlük kendisinin büyük, tükenmez, müthiş gücü ile onun üstüne çökerek, amansız, derin sükutu ile onu boğuyordu, kendini toparladı, ellerini suya atdi, tüfeği arayıp buldu, sonra çıkmış topuğunun acısını azaltmak için sağ omuzunu hafifçe kipirdatip yükünü sol omzuna doğru kaydırdı. Ağrıdan yüz gözü kırışdı: ayağa durdu, dikkatli, sendeleyerek kıyıya yöneldi.
DEVAMI VAR.....
- Bill - diye iki kez fısıldadı, - Bill!
O, korkudan bükülerek, süt rengine çalan suyun ortasında oturdu: adeta uçsuz bucaqısz düzlük kendisinin büyük, tükenmez, müthiş gücü ile onun üstüne çökerek, amansız, derin sükutu ile onu boğuyordu, kendini toparladı, ellerini suya atdi, tüfeği arayıp buldu, sonra çıkmış topuğunun acısını azaltmak için sağ omuzunu hafifçe kipirdatip yükünü sol omzuna doğru kaydırdı. Ağrıdan yüz gözü kırışdı: ayağa durdu, dikkatli, sendeleyerek kıyıya yöneldi.
DEVAMI VAR.....